
BATI UYGARLIĞI(!) DİYE BİR ŞEY YOKTUR.
Avrupa’nın ve Batı’nın medeni olmadığının İslami anlamda izahından evvel kendi filozof ve devlet adamlarının da genel-geçer tariflerine göre Avrupa hiçbir şekilde “medeni” değildir ve hiçbir zamanda olmamıştır. Medeniyetin bütün tariflerinde insanlığın toplu bir şekilde refahı, mutluluğu ve özgürlüğü ana kriterdir. Bütün sosyal ve psikolojik analizler ve grafiklerin ortaya koyduğu veriler okunduğunda Batı’da toplumun sosyal dokusu tamamen çözülmüş, nesil emniyeti gerek biyolojik anlamda gerek veraset vs gibi hukuk anlamında tahrip olmuştur. Gayri meşru oluşan yeni jenerasyonlardan haliyle toplumun temel taşı olan aileler oluşamamaktadır.
Hal böyle olunca toplumun yaş ortalaması ihtiyarlık seviyelerinde, emekli nüfusu çok, genç insan kaynakları yetersizdir. Bunun üzerine alkol ve uyuşturucu tüketiminin erken yaşlara düşmesi ve toplumun bütün katmanlarını istila etmesi de göz önüne alınırsa manzara daha iyi anlaşılır.
Refah ve mutluluğun, kapitalizmin tabiatı gereği küçük azınlıklara mahsus olması, toplumun çoğunluğunu sefalete sürüklemiştir. “Sefaletin” getireceği vahşet ve nefrette şimdilik televizyon, medya ve teknolojinin oyuncakları ile yani “sefahet” ile dengelenmeye çalışılsa da artık buna da güç yetiremez olmuşlardır. Her ekonomik kriz haliyle tabiatında onlarca sosyal krizi de beraber getirmektedir.
Bilim ve teknolojinin gelişmişliği -ki en çok bu tarafı uygarlık yönünden vurgulanmaktadır- cihetinden Batı’nın medeniyetini incelersek çok rahatlıkla şunu diyebiliriz. Bilim ve teknolojinin gelişmişliği hikayesi öncelikle “bilim ve teknoloji desteği ile sağlanan bir propaganda ve dehşetli bir yalandır”. Avrupa bu iki putunu muazzam yalan imkanları ile insanlığın kafasında hakim kılmıştır. Bu yalan üretimi öylesine ileri derecededir ki müstakil bir sektör ve sanayi halinde kurumsallaşmıştır. Bunun için “Universal Studio’lar”, “Holywood’lar”, “Colombia Pictur’lar” harıl harıl çalışmaktadır. Bu sayede “aya gitme yalanları” başta olmak üzere bütün insanlığa habire yalan pompalamaktadırlar. Yani moda tabirle bu gelişmişliklerinin gerçek boyutu yalan ve propagandalar ile insanların zihninde oluşturulmuş hayali ve “SANAL” bir imparatorluktur. Böylece “YALAN” yani “KİZB” kurumsallaşmış, sektörleşmiş ve bütün dünyayı yönetir bir imparatorluk haline gelmiştir. Bu boyuttaki “KİZBİN” adını hadisler bize bildirmiş. “DECCALİYET”
Vakıa bize göstermektedir ki öyle de olsa böyle de olsa Avrupa bizden ileridedir denilebilir. Bu sorunun veya tespitin cevabı Avrupa’nın dayandığı mimsiz me-deniyetin ikinci özelliğini de ortaya koyacak ama bu noktanın iyice anlaşılması için insanlığın faydasına olan tekamülün ve gelişmenin muharriklerinin doğru tespiti öncelikli şarttır.
İnsanlığın maddi manadaki inkişafının, gelişmesinin ilk muharriki “semavi şeriatlar ve peygamberlerdir”. İnsanların ilk önderleri, yöneticileri ve birçok ilmin kurucuları Peygamberler, kaynakları da semavi kitaplardır. Zaman tanzimini, takvimi ve zaman yönetimini insanlığa ilk öğreten Yusuf Aleyhisselam’dır. Deniz taşımacılığının ilmi ve uygulaması ilk Nuh Aleyhisselam ile başlamıştır. Hava taşımacılığı ve daha birçok esrarengiz işlerin büyük üstadı Süleyman Aleyhisselam, babası Davut Aleyhisselam ise metali işleyip şekillendiren peygamberdir. Anlayacağınız insanlığın gelişmesinde hep peygamberler ve dinler ilk etken olmuştur. İlmin, teknolojinin, medeniyetin başlangıcı onlar olduğu gibi, varacağı nihai nokta yani hudutları da yine onlardır, yani peygamberlere verilen mucizelerdir. İlk kitaplar olan semavi kitaplar bu konuda en eski ve otantik kaynaklar olmasına rağmen kör olası “bilimsellik putu” bu hakikati görmemekte ve göstermemekte hala kararlıdır.
Medeniyetlerin gelişmesindeki ikinci etken de insanın fıtratına konulan “ihtiyac-ı fıtri ve kemalat arzusudur”. İnsanlık tarihinin tabii seyri gereği kalabalıkların artması ile ortaya çıkan “yeni ihtiyaçlar” gelişmenin ikinci motoru olmuştur.
Üçüncü etken olarak ta “telahuk-u efkar” diyebileceğimiz bütün insanlığın fikirlerinin birbirine eklenmesi ile oluşan ortak akıl ve fikirlerdir. Bu gerçek etkenler hakkıyla göz önüne alındığında ortadaki muazzam netice olan bilim ve teknoloji bir ırkın, milletin, coğrafyanın malı değil, bütün insanlığın malı olduğu anlaşılır. Bundan da bizzarure şu sonuç ortaya çıkar ki Avrupa’nın bu gün maddi açıdan bütün insanlığın fevkinde oluşunun sebebi insanlığın ve İslam’ın ortak malı olan gelişme, bilim ve teknolojiyi GASP ETMESİ, ÇALMASIDIR. Bu hırsızlığın başlangıcı olarak haçlı seferlerine ve Endülüs’e de bakılabilir. Zira kendi evrimci tarihlerine göre dahi onlar ortaçağda sürünürken İslam’ın hakim olduğu coğrafyalar ileri bir medeniyeti yaşıyordu. Batı medeniyeti -bu yalancı yapısına ilaveten- bütün insanlığın mahsulatı olan ilmi ve inkişafı GASB ile HIRSIZLIK ile kendine mal ettiğinden, Batılı tariflere göre de gerçekte bir medeniyet değildir ve olamamıştır.
“Evet küre-i havanın yüz binler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlahiyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamdü sena ile doldurmak lâzım gelirken, dalaletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden elbette tokat yiyecek. Nasılki havarik-ı medeniyet namı altındaki ihsanat-ı İlahiyeyi, bu mimsiz*, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek tahribata sarfedip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevi ve vahşi derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehennem’e gitmeden evvel, Cehennem azabını tattırıyor. (Kastamonu Lâhikası 72)”
Avrupa’nın, namı diğer Batı Uygarlığının medeniyet olmadığının ve olamayacağının en büyük sebeplerinden biri de suistimal yani kötülük için kullanma sebebiyle medeniyet harikası diye adlandırdıkları ve Allah’ın nimetleri olan ihsanat-ı ilahiyeye karşı küfran-ı nimetleridir. İnsanlık için muazzam faydalar sağlayabilecek iken suiistimal ile tamamen insanlığın zararına hatta zararında çok ötesine geçerek isyan ve zulüm vasıtasına çevirdikleri harikulade nimetleri sıralarsak, akıllar da vicdanlar da dayanamaz iflas eder.
Bediüzzaman Hazretlerinin misal babında zikrettiği bir tek radyo nimeti dahi yaradılış maksadının aksine kullanılmakla hem kainatta hem beşerde sebeb olduğu zarar ve tahribatlar anlatılamayacak derecelere ulaşmaktadır. Radyo diliyle atmosferin her alanını İlay-ı kelimetullah ile şeair olan mübarek ve kudsi evrad ve ezkar ile doldurup melaike ve ruhaniyatın seyir ve tenezzüh sahası haline getirmek, hem bu kudsi tesbihatların ve esma-i ilahiyenin daim çoğaldığı bir havayı ruhlara teneffüs ettirerek maddi-manevi bir çok hastalığın şifa kaynağı haline getirmek mümkün iken; tam aksine habis, şehvani ve şeytani seslerin, necis hislerin kokuşmuş bir bataklığı haline küre-i havayı çevirmek, kainatı kirletmek olduğu kadar insan kalbini ve ruhunu da aynı derecede kirletmiş ve manevi hastalıklara, ruhi bunalımlara daimi kesintisiz bir şer kaynağı haline getirmiştir. Bediüzzaman şüphesiz böyle bir nimet-i İlahiyenin arkasından gelecek olan televizyon, internet gibi daha muazzam ve tesirli başka şeyleri dönemi itibarıyla görmemişti. Milyarlarca kebairin deposu olan medya ve internet tek başına kıyametin kopmasına sebep olarak yetecek şerre ve seyyiata sahiptir. Sure-i Felak’ın “enneffasati fil ukad” kelimesindeki dehşetli sırra sahip olan –yani beşeriyetin ukdelerini dehşetli ve sihirbaz üflemeleriyle çözen ve rabıtalarını darmadağın eden- medya ve internetin ne dehşetli Deccaliyet silahı haline geldiği, izaha muhtaç olmayacak derecede apaçık bir gerçektir. Radyo, televizyon sadece bir örnek! Aklınızın ve vicdanınızın takati yeterse varın gerisini siz kıyas edin. Bu müşahhas tek örneğin penceresinden bakarak Avrupa-Batı toplumunun güya medeniyet namına insanlığın ortak servetini nasıl insanlık zararına suiistimal ettiğinin devasa örneklerini buyrun okuyun.
Amerika’nın 2012 yılı itibarıyla silah sektörüne harcadığı para 711 milyar dolar, Avrupa ülkelerinin silaha harcadığı para 407 milyar dolar, bütün dünyada sadece silaha giden para 1 trilyon 740 milyar dolar. Bu rakamlar sadece bir yıllık. Bir de bu silahların kullanıldığı coğrafyaları düşünün. Afganistan, Irak, Gazze, Filistin, Çeçenistan, Myanmar, Arakan, Türkistan, Suriye, Cezayir, Mali… Sadece Amerika’nın Irak’ta katlettiği sivil sayısı 1,5 milyon…
Aynı sene (2012) istatistiklerine göre kozmetik sektörüne akan para ne kadardır sizce? Türkiye’de 2 milyar Euro, dünyada ise bunun yüz katı 200 milyar Euro. Avrupa’nın birkaç namlı ülkesinde bu rakam 76 milyar Euro…
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO), 2012 “Küresel İstihdam Raporu”na göre, 2008-2009 yıllarındaki küresel mali krizden bu yana 50 milyon kadar kişi işinden olmuş. Hâlihazırda dünyada 1 milyar insanın karnı aç. Tüm dünyada yaklaşık 170 milyon çocuk, yetersiz beslenme nedeniyle fiziksel gelişme sorunu yaşıyor ve yılda 2 buçuk milyon çocuk, açlık nedeniyle yaşamını yitiriyor.
Kriz ortamında, ülke ekonomilerinin ve hane halkları gelirlerinin kendini koruyamadığı, işsizliğin en büyük sorun olduğu bir ortamda; son bir yıl içinde dünyadaki dolar milyarderlerinin sayısının yüzde 9,4 artarak 2 bin 160 kişi, toplam servetlerinin de yüzde 14 artarak 6,2 trilyon dolar… NEREDESİN EY ADALET, EY VİCDAN, EY İNSAF? İŞTE SANA AVRUPA, İŞTE SANA AMERİKA, İŞTE SANA BATI, İŞTE SANA UYGARLIK, İŞTE SANA ME-DENİYET…
Bir yanıt bırakın